13 Nisan 2012 Cuma

Türkiye'de özel mülkiyet - Radikal - ALİ TOPUZ

Radikal

Türkiye'de özel mülkiyet var mı dediniz? Tersinden Robin Hood'luk

ALİ TOPUZ - alitopuz@gmail.com 10/04/2012

Kentsel dönüşüm yasaları ikizleşiyor. İlki kültürel varlıkları koruyordu, ikinci bizi afetten koruyacak. İsimlerine bakarsak böyle. İçeriklerine bakınca iş değişiyor: Bunlar servet transferi kanunları. Elbette yoksuldan zengine.

Hükümetin acelesi var. 3 konuda. Suriye, yani dış savaş. Kürt sorunu, yani iç savaş. Kentsel dönüşüm, yani sınıfsal savaş.

Üç konuda da aynı lafları duyduk son ayda: “BDP ile görüşebiliriz ama artık bekleyecek vaktimiz yok.” “Suriye’de silahların susmasını biz de istiyoruz, ama Esad’ı bekleyemeyiz.” “Evinizi müteahhite verin ama çabuk olun.” Birinin söylemdeki cilası kardeşlik, başka deyişle yurtta sulh. İkincisinin cilası komşuda barış, yani cihanda sulh. Üçüncünün, yavrularımızın çimlere basabileceği, atalarımızın da yapığı türden insanı temel alan imar iskân. Bu yazı üçüncüyle ilgili. Kentsel dönüşüm yasalarının neyi dönüştürdüğüyle.

Önce bir soru: Türkiye’de özel mülkiyet var mı? Hani şu kapitalist ekonominin, dolayısıyla toplumun kutsadığı haklar arasındaki özel mülkiyet. Hani şu gerçek ve tüzel kişilerin taşınır ya da taşınmaz bir mal ya da eşya üzerindeki üç temel yetkisini içeren hak: Usus, fructus, abusus. Yani kullanma, semerelerinden yararlanma ve elden çıkarma hakkı.

Var mı dediniz? Tarih pek öyle demiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, yurttaşlarının özel mülklerine, özel mülk edinme hakkına saygısıyla ünlü değil. Malum, 1936 beyannamesi denilen zalimce işlemle gayrimüslim yurttaşların mal mülkleri ya talan edildi ya hiçe indirildi. Şimdi bu haksızlığın düzeltilmekte olduğuyla övünülüyor, biraz geçmiş dönemlerin yönetimleri, özellikle de dek parti CHP’si dövülerek, biraz da iyilik yapılıyormuş havasıyla övünülerek. Ama yakından bakılınca gasp edilmiş bin hakkın biri iade ediliyor aslında, mülksüz kalmışlara, ülkelerini, topraklarını terk edip öbür ülkelere ya da öbür dünyaya gitmişlere, gurbette izsiz timsiz aç biilaç ölmüşlere kim neyi iade edebilir?

1934 Trakya Yahudi pogromunu, Varlık Vergisi’ni, 6-7 Eylül sonrasını da eklersek, Müslüman olmayanların özel mülkiyet haklarının alenen reddedilmiş olduğunu öne sürmek için başka çaba gerekmez.

Özel mülkiyet var diye ısrar edecekler için devam edelim: İki kanun hiç öyle demiyor, en az iki kanun.

Biri çoktan, 2005’te çıkan, ör: ilk olarak Sulukule ahalisinin yoksulluğa sürgünü sürecinden hatırlayacağımız 5366 sayılı şu uzun isimli kanun: YIPRANAN TARİHİ VE KÜLTÜREL TAŞINMAZ VARLIKLARIN YENİLENEREK KORUNMASI VE YAŞATILARAK KULLANILMASI HAKKINDA KANUN. Çok laf yalansız olmaz misali, “tarihi ve kültürel taşınmaz varlıklar”dan, “yenilenerek korunma” ve “yaşatılarak kullanılma”dan bahsettiğine bakıp aldanmamak gerek.

Sonra Tarlabaşı sürecinde tanıdık o konunu, başka semtler de var, bütün kentleri kapsayacak kadar geniş bir yasa önümüzdeki. Şimdi onun ikizi yolda. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun. Bunun da adı güzel. Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesini kim istemez değil mi? Mesela köprülerin çökmemesini, barajların patlamamasını, şantiyelerin yanmamasını, kim istemez? Fakat bu iki kanun da bu işlerle ilgili değil, hiç değil. Adında zikredilen değerlerle de ilgili değil.

Bu iki kanun münhasıran, “lafzıyla ve ruhuyla” özel mülkiyetin el değiştirmesiyle ilgili, o kadar ki aslında gizlemiyor bile bunu: Kamu yöneticilerinin doğrudan müdahalesiyle özel mülkiyetin el değiştirmesini düzenliyor. Zorla.

Öyle piyasa dolayımıyla, rekabet mantığıyla filan da uğraşmadan, doğrudan müdahaleyle.

Hukuki görünümü verilmiş adaletsiz zorla. Bunlar, mülksüzleştirme kanunları. Arsız. Hicapsız. Acul.

İlk kanun, anayasanın, mevcut darbeci akıl ve faşizan ruhla yazılmış, bütün hakları yazıp, devamında “…ama”lı bir cümleyle hepsini aynı metin içinde silmeyi başarmış mevcut anayasanın bile en az dört maddesine aykırıydı, ikinci en az onun iki katı kadar maddesine aykırı.

İlk yasadaki temel sorunları özetleyelim: Özel şahıslar lehine kamulaştırma, bu anayasaya da Türkiye’nin kabul ettiği iç ve uluslararası prensiplere de aykırı. Çünkü, “kamulaştırma” denilen ve özel mülkiyetinin dokunulmazlığına istisna teşkil eden işlemin mantığı, üstün “kamu yararı” ilkesidir; bir özel şahsın bir başka özel şahıs aleyhine zenginleşmesi “kamu yararı” içerir denilmediği sürece, böyle bir kamulaştırma meşru kabul edilemez. Uygulamanın her halükarda bakanlar kurulu onayına bağlı olması, merkezin yerel yönetimler üzerindeki kıskanç vesayetini bir daha beyan etmesiyle “demokratikleşme”, “ileri demokrasi” söylemlerine aykırı; “iktidardan olmayan belediyeler”in çekeceği sıkıntıyı katmıyorum bile. “Kamulaştırma bedeli peşin ödenir” ilkesinin, kendisi de sorunlu olan Kamulaştırma Kanunu’nun 3. Maddesine atfen taksitli ödemeye çevrilmesi, maksadın “koruma”dan çok, servet transferi-rant yaratma olduğunun ikinci alameti: Lehine kamulaştırma yapılan kısa sürede müthiş bir rant elde edecekken, “yenileme projesi”ne gücü yetmeyeceği baştan belli olan mülk sahibine ödenecek kamulaştırma bedelinin beş yıla yayılması, yüzüne karşı “yoksulsun sen yoksul kal” denilmesinden başka ne anlama gelir?

Projelerin, uygulandıkları yerlerdeki yaşam biçimlerini kökten yok edip, otoparklı, alış veriş merkezli, rezidanslı, duvarlı, bekçili halleri de, “insanı merkez alan medeni şehir tasarımı” cilasına aykırı… Cilayı kaldırırsak, sadece bankada parası, borsada hissesi, karnında bitmeyen bir iştahı ve hırsı olan insanın “insan” sayıldığını görürüz.

Robin Hood bir efsane kahramanıydı. Zenginden alıp fakire veriyordu. Bir yoksul fantezisi. Bu kanunlar yoksuldan alıp zengine veriyor. Bir kapitalizm klasiği. Öngörülen hız, onu çağa uygun kılıyor: neoliberalizm. Hiçbir itirazı tanımayan katılığı da kimin elinden çıkma olduğunu gösteriyor: Otoriteryen muhafazakarlık.

Bu yazı bir girizgahtı. Devam edeceğim. Cuma günü. İkinci kanun çünkü ilkinden de vahim: Olmaz ya, istenirse iki kanunun makasıyla çalışılarak, ünlü gökdelenlere, yalılara ya da alışveriş merkezlerine bile el konulabilir!

"Afet ..." yeni kanun tasarısı ve çelişkileri

Bu yeni kanun tasarısını paylaşarak, farklı disipliner (mesleki) alanlarımızla ilgili olan yasal-yönetsel çerçeveye yaklaşımda yakın geleceğe dair son durumları özetlemek mümkün.

Kanun tasarısı tam metni: http://www2.tbmm.gov.tr/d24/1/1-0569.pdf

Sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerinin oluşturulması amacıyla yapılacak iyileştirme, tasfiye ve yenilemelerle ilgili usul ve esasları düzenliyor...

Tasarı, dönüştürme, yeniden yerleştirme ve yapılaşma hizmetlerinin;

devlet ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları eliyle belirli bir plan, program ve düzen içinde gerçekleştirilmesini öngörüyor...

Fakat ne yazık ki, mevzuatta şu çelişkileri de beraberinde getiriyor. Çünkü;

"Bu Kanun kapsamındaki alanlarda bu Kanun’un öngördüğü uygulamaların zarurî kılması hâlinde; bu uygulamalar hakkında,

3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı Ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un,

4342 sayılı Mera Kanunu’nun,

6831 sayılı Orman Kanunu’nun,

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun,

5366 sayılı Kanun’un,

7269 sayılı Kanun’un, Turizmi Teşvik Kanunu’nun,

Boğaziçi Kanunu’nun,

2565 sayılı Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nun ve

189 sayılı Kanun 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun

bu Kanun’un arazi kullanımı bakımından uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların bu Kanun’a aykırı hükümleri uygulanmaz."

ibaresi söylenmesi gereken başka bir şey kalmıyor sanırım...


Kaynak: Planlama.org

Afet Yasası'nı beklerken... - Akşam - Nihal Kemaloğlu

Akşam

Afet Yasası'nı beklerken...

Üreterek değil tüketerek yani sıcak parayla finanse edilen, spekülatif büyümesiyle Çin'in ardından ikinci gelen Türkiye'nin, diğer 'yükselen güç' ülkelerini epeyce geride bırakan, milli gelirinin yüzde 10,5'una varan cari açığıyla da birinci olduğundan pek söz edilmiyordu…

Yan yatmış lüks transatlantik misali bu neoliberal tip büyümenin bir yanında ithalata bağımlı yüzde 8.5 büyüme sürekli göze sokulurken, diğer yanında da 77 milyar dolarlık cari açık ve 106 milyar dolarlık dış ticaret açığı ağır çekerek bayağı su alıyordu…

Neoliberalizmin sadık tatbikatçısı Türkiye elbette bu pahalı ekonomik performansının 'acilen finansmanı' için peş peşe yasaları Meclis'e getiriyordu

Çünkü büyüme hezeyanımızı yegane sağlam tutacak sektör, yapı sektörüydü ve başta inşaat ve onun tedarikçi sektörlerine sorgusuz sualsiz devlet eliyle devasa kaynak aktarılmalıydı.

Böylelikle sadece KDV bedeli 36 milyar dolar tutacak 200 milyar dolarlık yatırımla ekonomiye geçici su taşıyacak 'Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Yasa Tasarısı',12 maddesiyle şimdiden Meclis'ten geçmişti

Van depremini 'milat ilan ederek' tez elden 'ülkeyi baştan aşağı kentsel dönüşüme' tabi kılacak yasanın otoriter ve merkeziyetçi mahiyeti incelikle hazırlanmıştı...

Kapitalist kalkınma hamlemizin ana motoru 'yapı sektörünün' önündeki bütün hukuki engellerin tasfiyesi için devletin enkaz altında kaldığı Van Depremi imgesi tepe tepe kullanılacaktı...

Türkiye'de devlet tarafından inşaat ruhsat ve denetimi 'özelleştirilmiş' 19 milyon konutun oldukça gecikmeli depreme dayanıklılık ve riskini tespit edecek yasa 'torbalaştırılarak' aslında 'ulusal ölçekte kentsel dönüşüm projesine' dönüştürülmüştü...

Bu dönüşümün yasal olarak itiraz edilemez tüm 'yıkım ve yapım kararlarının' yetkileri Şehir ve Çevre Bakanlığı'nda ve neoliberal devlet KİT'i TOKİ'de toplanıyordu...

Fay hatlarının iç içe geçtiği 1. ve 2. dereceden deprem bölgesi ülkemizde 'riskli binaların' yıkılması gerekliliğiyle tanıtılan yasaya her geçen gün yapılan eklemeler göstermişti ki...

Türkiye toptan bütün taşı toprağı, binası, Boğaz Köprüsü, SİT'i dahil önce TOKİ'ye sonra da TOKİ'nin takdiriyle yapı sektörüne 'yargının yürütmeyi durdurma' kararlarından muaf devredilecekti.

Vatandaşın anayasal mülkiyet, barınma ve yerleşme haklarını ikincil hatta 'yok hükmünde' sayan bu yasayla aynı zamanda barınma hakkı direnişi suç sayılarak ülke toprağıyla ilgili tek karar verici kurum siyasi otorite oluyordu. Açıkçası mevcut anayasal hakları geçersizleştiren, olağanüstü hal hukukuna sahip Afet Yasası'nın yasalaşma hızı da baş döndürücüydü...

Tabii ki siyasi iktidarın 10. yılında otoyollara harcadığı 40 milyar TL'lik Deprem Vergisi'nden sonra bu yasanın hedefinde yargı engelleri kalkmış kentsel dönüşüm projeleri doğrultusunda, yerleşim alanlarını 'kamulaştırarak -özelleştirme' ya da kamu arazi ve varlıklarını 'doğrudan yıkımı ve satışı' olduğu aşikardı.

Ayrıca yasanın hazırlanmasında 'kamu yararı' gözetilerek yerel yönetimler, meslek örgütleri ve üniversiteler dışlanarak, bilimsel ya da teknik görüşlerinden yararlanılmamıştı.

İşin ilginç yanı bu yasanın kapsamına kıyılar, meralar, zeytinlik, tarım ve orman statüsünü kaybetmiş alanların alınması ve imarlaşmaya açılacak olmasının 'afetle' ilgisini kurmak da bize düşmüştü...

Muhakkak ki on milyonlarca hektarlık kamu arazisine betonlaştırmak için yasanın adını da 'afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi' diye koymak icap ediyordu...

Velhasıl geldiğimiz tarih itibarıyla Türkiye'nin üzerinden tanklar, cemseler değil kepçeler ekskavatörler geçecekti ve yine geleceğimizi, yaşam alanlarımızı dümdüz edip kapitalist konjonktürün dayattığı kaynak aktarımını gerçekleştireceklerdi...

Yazar: Nihal Kemaloğlu

http://www.aksam.com.tr/ sitesinden 13.04.2012 tarihinde yazdırılmıştır.

Yapıştırma kaynağı <http://www.aksam.com.tr/yazdir/afet-yasasini-beklerken...-6188yy.html>

Evini başına yıkar da giderim! - Radikal - ALİ TOPUZ

Evini başına yıkar da giderim!


ALİ TOPUZ


Politika / 13/04/2012


Kentsel dönüşümün ikiz yasaları, taşınmaz sistemini altüst edecek nitelikte iki istisna yasası.


Terörle Mücadele Kanunu ceza sistemini nasıl altüst ettiyse öyle. Hiçbir yapı bunlardan kurtulamaz. Yargı da devre dışı bırakılıyor, tıpkı 12 Eylül sonrasındaki gibi.

Mesele fakir fukaranın evi, evet. Ama mesele sadece ondan ibaret değil:

Bir sabah, söz gelimi, İstanbul veya Ankara’nın en ünlü bir ya da birkaç alışveriş merkezine el konulduğu haberi gelirse şaşırmayın. Yine başka bir sabah İstanbul’un ya da ya da başka bir kentin en ünlü gökdelenlerine, villalarına, deniz ya da ırmak kıyısındaki yalılarına el konulduğu haberi gelirse, şaşırmayın…

“Komünistler gelecek, mallarınıza el koyacak” diye kaymak burjuvaziye korku salmıyorum hayır, Komünistleri beklemek gerekmez bunun için!

Türkiye’nin yeni mülk transferi yasalarıyla bu mümkün. Mülk transferi derken, Medeni Kanun’dan, Borçlar Kanunu’ndan, Ticaret Kanunu’ndan filan bahsetmiyoruz; başka iki kanundan bahsediyoruz.

Medeni hukukun taşınmazlara ilişkin sisteminin içerisine, sistemi anlaşılmaz hale getirecek, felç edecek şekilde yerleştirilen iki istisna hali, yani olağanüstü hal kanunundan.

Terörle Mücadele Kanunu nasıl genel ceza hukuku sistemini anlaşılmaz, içinden çıkılmaz hale getirdi ve devlete, özel yetkili mahkemeler aracılığıyla istediği kişiyi, grubu, zümreyi, partiyi hırpalama imkanı verdiyse, bu iki kanun da taşınmaz hukuku alanında aynı şeyi yapıyor, yapacak.


BİRİNDEN KAÇAN DİĞERİNE YAKALANIR


Bu kanunların ilki, malum, “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”, 5366 numaralı.

Bu kanunun “amaç ve kapsam”ı saptayan birinci maddesindeki “amaç” kısmı, kentlerdeki her yapıyı içerebilecek kadar geniş ve belirsiz. Yasanın sadece “bina”ya değil ve “binanın bulunduğu alan”a ilgi göstermesi, modern şehircilik mantığıyla savunuluyor. Öyle olsun!

Ama durum şu: Sağlam, sorunsuz, güzel bir bina, “alan”da yapılmak istenen düzenlemeye uyumsuzluk nedeniyle bir projeciğin içinde hava civaya dönüşebilir.

Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ise

“afet riski altındaki alan” ve bu alanın dışında riskli bir yapının bulunduğu “arsa ve araziler” tanımıyla, kapsam açısından ilk kanunda kaçacak yapılar varsa onları da yakalıyor.

Alanın sorunlu olduğu kararını kim verecek?

Afet tasarısına göre bakanlık, ilgili idare ve elbette (Akşam Gazetesi’nden Nihal Kemaloğu’nun 10 Nisan tarihli güzel yazısındaki güzel tanımıyla “neoliberal devlet KİT’i) TOKİ.

NK1

Yapının sorunlu olduğunaysa “ilmi ve fenni” verilere dayanılarak karar verilecek.

“Sorunlu” ise ne olacak?

Yıkılacak, haliyle.

Yıkım kararına itiraz mümkün mü?

Evet, ama itirazı,

tüm üyeleri bakanlık tarafından oluşturulan bir heyet görecek; başka soru gerekir mi?


‘YÜRÜTME’ DURDURULAMAZ


Mahkemeler vardı değil mi memlekette?

İdarenin iş ve eylemlerini denetleme görevi yapan, “Türk milleti adına” ve “vicdan”la karar vermesi gereken mahkemeler.

Gene var da, malum iş yükleri çok, afet tasarısıyla oluşacaklardan kurtarılıyorlar.

Yargıyı hızlandıracak bir mini reform (!) gizli yani afet tasarısında, hukuki açıdan bir afet bu, o ayrı:

Malum, yürütmeyi durdurma kararı istenemeyecek, istense de verilmesi yasak.

Başka yargısal yasaklar da var:

dokuzuncu maddeye göre, o maddeye ilişkin devir işlemleriyle a) kamulaştırmaya dair ihtilaflara ilişkin dava ve takipler sadece bedele ilişkin olacak!

Riskli yapı tespitleri ve yıktırma iş ve işlemleri hakkındaysa sadece bina ve enkaz bedelleri hakkındaki davalar yürütülür ve sonuçlandırılabilir!

Binanın enkaz haline getirilmesini durduramazsınız ve sorgulayamazsınız, özetle.

Enkaza razı gelinecek.

Burada biraz duralım:

Son zamanlarda “güçler ayrılığı” lafı çokça konuşuluyor.

Kimse kimsenin işine karışmasın, kimse kimsenin alanına girmesin, herkes işini yapsın falan filan. En fazla da yargı söz konusu olunca ediliyor bu laflar.


BİR 12 EYLÜL HUYU


Yasama, yürütme ve yargı içinde yargı “primus inter pares”tir, teoriye sorarsanız.

Eşitler arasında birinci.

Yargının en önemli işlevi de öyle vatandaşları cezaevine doldurmak, kamu otoritelerine laf edene cezalar yağdırmak, devletin bekasını korumak, Kürtçe konuşulunca anlamamak filan değil, özellikle idarenin eylem ve işlemlerini denetlemektir.

Şimdilerde yargı karşısına çıkarmakla övünülen iki 12 Eylül paşasının irade ettiği fermanlara bir bakın, en çok üstünde durdukları konu, idarenin kimi eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimini yasaklayan emirler göreceksiniz.

Hem idare hukuku çerçevesinde önleyici yargılama işlemleri açısından hem de işte en son referandumla kaldırılan dokunulmazlıktaki gibi ceza hukuku açısından.

İşte kültür varlıklarını bizden, bizi de afetlerden koruyacak bu iki yasanın ikincisi, tam da yargıladığı 12 Eylül’ün paşalarının aklının yaptığı şeyi yapıyor:

Bütün ülkeyi halı silkeler gibi silkeleyebilecek bir düzenek kuruyor, bu düzenekteki ağır hak ihlallerine yol açacak işlem ve eylemleri de yargının sahasında kaçırıyor.

“Yürütmeyi durdurma kararı” çünkü, “açık hukuka aykırılık” ve “telafisi imkansız zarar” ihtimaline binaen verilir;

bu yasayla deniliyor ki özetle ve açıkça:

Açıkça hukuka aykırıyım, doğacak zararların telafisi imkansız olacak. Eviniz yıkılacak.

Konu uzun, vahamet büyük ve ciddi. Devam edeceğim, Salı günü.

Yapıştırma kaynağı <http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleID=1084748>

İÇERİK:

Bu site öncelikle, mülkiyet ve imar hakları konusunda bilimsel çalışmalarımın kısa tanıtımına ve katıldığım etkinliklere ayrılmıştır.

AKADEMİK-BLOG LİSTEM: En güncel akademik sorumluluklarım gereği, 5 aktif bloğumdaki paylaşımları içerir.

ETKİNLİKLERDEN:

(2010-) katıldığım etkinlikler hakkında güncel bilgileri ve organizasyonlara teşekkürleri içerir.

TEZDEN:

(2004-2009) İmar planlarında mülkiyet ve imar hakları konusunda yaptığım tez çalışmasının bir ön tanıtımını içerir.


İLGİLİ KAVRAMLAR: Konuya yakın alanlardan ilgili anahtar kelimeleri içeren yazıları gösterir.

Ziyaretler: Site hakkında istatistikleri sizlerle paylaşır.

İZLE: Bu sitedeki güncellemeleri size bildirir.

ÖZGEÇMİŞİM: 2 farklı bakış açısıyla hazırlanmıştır.

HAKKIMDA: Çalışma alanlarımı ve hedeflerimi özetler.

SOSYAL MEDYA-BLOG LİSTEM: Sosyal sorumluluklarım gereği 7 aktif bloğumdaki paylaşımları içerir.

ANKET:
Sitenin içeriğine yönelik geri bildirimlerinizi alır.
Süresi geçtiği için çalışma alanlarını gösterir ve etiket olarak kullandığım anahtar kelimeleri oluşuturur.

EĞİTİMİ:

2003 – 2009

MİMAR SİNAN G.S. ÜNİVERSİTESİ, Mimarlık Fak. Şehir ve Bölge Planlama, Şehircilik, Doktora, Fen Bilimleri Enst.

Tez: Koruma Amaçlı İmar Planı Uygulanan Taşınmazlarda Mülkiyet ve İmar Haklarının Aktarımı

1992-1994

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, Elektrik-Elektronik Fak. Elektronik ve Hab. Müh., Haberleşme B.D. Y.lisans, Fen Bilimleri Enst. Tez: Akım Taşıyıcılı Devre Sentezi (Dr. düzeyine yakın bir yöntem geliştirilmiştir.)

1982-1987

İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, Elektrik-Elektronik Fak. Elektronik ve Hab. Müh., Lisans, (Tez:Bilgisayar Bölümü) Tez: Z-80 mikroişlemcili mantık devreli yongalarda otomatik test amaçlı devre tasarımı.

1990-1996

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ, Açık Öğretim Fak. İşletme Bölümü, (2.Lisans)



Sosyal Medya-Blog Listem

SOSYAL İÇERİKLİ SİTE ARŞİVLERİNDEKİ GÜNCEL BAŞLIKLAR

Bu konulara yönelik sitelerde yer alan son yazılarıma başlıkları üzerinden tıklanarak erişilebilir.

TARİHİ KÜLTÜR ve TABİAT VARLIKLARINI KORUMA YENİLEME CANLANDIRMA GELİŞTİRME Cumhur Kocalar İst.

İSTANBUL ÇAĞDAŞ KÜLTÜR SANAT TARİHİ DOĞAL VARLIKLAR SİTLER SOSYOLOJİ ÇEVRE BOĞAZİÇİ Cumhur KOCALAR

ŞEHİR ve BÖLGE PLANLAMA İMAR PLANI KORUMA YENİLEME MSGSÜ YTÜ İTÜ Y.MÜH. CUMHUR KOCALAR İST

YENİLENEBİLİR ALTERNATİF GÜNEŞ, RÜZGAR, BİYOKÜTLE ENERJİ Renewable Energy Cumhur Kocalar TR